30 Mayıs 2009 Cumartesi

Russell Banks, Kemik Kanunu


arka kapak:

Küçük yaşta kimi yasadışı işlere bulaşarak evinden ayrılan Chappie'nin öyküsü, bir anti-kahraman imgesinin bütün çarpıcı ve göz alıcı parlaklığıyla, çağdaş dünyanın alt-kültüründen kopup gelen en unutulmaz roman kişilerinden birinin varlığını müjdeliyor. Banks, toplumun kıyısında yaşayan Chappie, romandaki adıyla "Kemik" sayesinde, farklı bir yaşayış ve kavrayış dilinin tüm benzersizliğini, çağdaş romanın en aykırı anlatılarından birine dönüştürüyor. Okurun, Atom Egoyan tarafından filme uyarlanan başka bir dünya isimli yapıtıyla tanıdığı Russell Banks, Salinger'in unutulmaz kahramanı Holden Caufieldéla kıyaslanan bir karakter üzerinden çağdaş amerikan yazınındaki en yaratıcı Odysseia çeşitlemelerinden birini kotarıyor."

öncelikle ne Odysseia'yı hani şöyle göndermeler falan yapacak kadar iyi bilmem. ne de James Joyce'un Ulysses'sini... (alakası yok da hani hep bi sürü şeyden bahsederken adres gönderilmesi bakımından çağrışım...)

arka kapakta Salinger ve Holden Caufield'den bahsedilmesi tabi ki tüylerimi diken diken etmişti kitabı seçerken. rica ediyorum "bir şey" leşmiş eserlerin "bir ikincisi"nden, "takipcisi"nden falan bahsedilmesin ha? nedir yani, tek tek, ayrı ayrı oluverseler? eh, bu benzetmelerin çoğu bana kalırsa biraz zorlamadır.

adamımız Kemik bence gayet kendine has olmayı hak ediyor. başlarda fena gıcık olma eğilimi gösterdiğim ergenimiz, gitgide tadından yenmez bir hale geliyor ki, hani hafif bi didaktiklik kokusu almadı değil bu sebeple burnum...

karakterler arasında sıradan günlük hayatını yaşayan, yolda sokakta gördüğümüz, karşılaştığımız kişiler yok. belki anne öyle biri gibi görünebilir başta ancak, "annelik" müessesini yerlere çalmış olduğunu görüyoruz ki, o da "bir başka kayıp ruh" imiş. adının Rose olduğunu öğrendiğimiz kurbağacık, kitaba bir güneş gibi ışıyarak giriyor ve kuyruklu yıldız gibi, ince gümüş bir çizgi ve hüzün bırakarak çıkıyor. aynısı ben-adam için de geçerli, ama o erdemli bir aslan gibi daha çok. sayesinde kendimi elimde "hepimiz rastayız" yazan bir pankartla yollara çıkma arzusuyla dolu buluyorum.

(rose'a bir kıyak geçerek, demin gıcıklık yaptığım benzetmeye, yardımcı olmak istedi canım:) (ah ikiyüzlülük!) Bu kitapta rose' a duyulan sevgi, Catcher in the Rye da Holdenciğimizin kızkardeşi Phoebe'ye duyduğu sevgiye benziyor. nasıl sıcacık...)

kesinlikle hoşuma giden, Kemik'in "şey"leri kafasına göre zamanlayarak anlatması. yani olay örgüsü bakımından değil, mmm olasılıkla bizim ilk söyleyeceğimizi, o çok sonradan söylüyor/düşünüyor/önemsiyor. geçmişteki hayatıyla ilgili bilgileri ya da farkına vardığı birşeyi, bir ayrıntıyı...

ben-adam sayesinde rastalık müessesesi (rastafaryanlık) ile ilgili pek çok şey öğrenerek ister istemez yolda sokakta gördüğümüz rasta saçlıların ne kadar rastafaryan olduklarını merak ediyoruz. ben ediyorum. bir de kitaptaki "ital" yemeklerden yemek istiyorum!


yazarın bizim memlekette çıkmış iki kitabı var. diğeri de şu arka kapak yazısında bahsedilen
"başka bir dünya". evet onu da okuyup bir görmek isterim. ancak hani ölüp bittim, tüm kitaplarını okumak istiyorum kabilinden de hayran olamadım. keyifli, okuması rahat, genelde pozitif hissettiren, doyurucu, leziz bir kitap. eh aslında daha ne olsun?

bir alıntı yapıyorum. öyle tüm kitabı tanımlar falan bişey değil ama, yapıyorum işte:

"kendi hayatımı düşünüyordum da, sırf annem, üvey babam, öğretmenlerim ya da benim üzerimde yetki sahibi olan herhangi bir yetişkin benim için iyi olduğunu söyledi diye yaptığım tek bir şey bile yoktu. tek bir lanet şey bile yapmamıştım. ve ne zaman biri bana böyle laflar etse, kafamın içinde canavar düdükleri ötmeye başlar, duyabildiğim tek ses bu bip bip bipler olur çıkar, birisi değerli birşeylerimi çalmaya çalışıyor diye içimden geçirir ve genellikle de söylenenin tam aksini yapardım. çoğu zaman işler bu kadar karışmazdı aslında ama birisi çıkıp da bana kendi iyiliğim için şöyle ya da böyle yap demese, ben de gidip tam aksini yapmazdım hiçbir zaman."

demiş kemikciğimiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder