27 Mayıs 2009 Çarşamba

Ursula K. LeGuin, Balıkçıl Gözü

alıntıyla başlayalım, Vera, Luz Maria ile konşuyor:

"Bak şimdi, bana öyle geliyor ki erkeklerin zayıf ve tehlikeli oldukları nokta, kibirleri. kadının bir merkezi vardır. bir merkezdir kadın. ama erkekler öyle değil, onlar erişmektir, uzanmaktır. o yüzden uzanırlar ve birşey koparırlar, bunları etraflarına istif ederler ve 'ben buyum, ben şuyum, bu benim, şu da benim, benim ben olduğumu size kanıtlayacağım' derler. ve bunu kanıtlayayım derken de bir çuval inciri berbat ederler..."


aslında kitabı çok yanlış tanıtan bir alıntı oldu bu, ama pek hoşuma gittiği için çaresiz bunu koydum.

balıkçıl gözünde de yine "ütopik" bir toplum var. ve onun karşısında elbet neredeyse ilkel kalan, ancak "medeniyet"le beslenen bir başka toplum.

bu ikisi de "victoria" gezegenine tek yön biletle (!) dünyadan gönderilmiş. ilk grubun adi suçlulardan oluştuğunu tahmin ediyoruz. Vera Luz babasıyla konuşurken bunu soruyor: "ilk Nesil'in hepsinin suçlu olduğunu söylediler. Dünya yönetimi Victoria'yı bir hapishane gibi kullanmış. Onlar (diğer gruptan bahsediyor)barışa, veya öyle birşeye inandıkları için, ama biz hırsız ve katil olduğumuz için buraya yollanmışız diyor Şantiyeliler (bizim ütopik toplum oluyor:)Ve çoğu, İlk Nesil'in çoğu, erkekmiş; kadınları onlarla evli olmadıkça buraya gelmiyorlarmış ve ilk başlarda bu kadar az sayıda kadın olmasının sebebi de buymuş. bu hep son derece aptalca gelmişti zaten, bir koloniye yeterince kadın yollanmaması. ve bu, gemilerin geri dönecek şekilde değil de sadece tek yönde yolculuk edecek şekilde yapılmasının nedenini açıklıyor. ve neden dünya insanlarının buraya hiç gelmediklerini. biz buraya kapatıldık. bu doğru, öyle değil mi? kendimize Victoria kolonisi diyoruz. fakat bir hapishanedeyiz."
sayfanın sonunda, konsey başkanı da olan baba şöyle cevap veriyor: "...ben biliyorum ve sana atalarımızın ne olduğunu anlatabilirim. Onlar adamdı. dünya için fazla güçlü adamlardı. dünyadaki yönetim onlardan korktuğu için yolladı buraya. en iyi, en cesur, en güçlü adamlar...dünyadaki binlerce ufak ve zayıf insan onlardan korktu ve onları tuzağa düşürüp tek yönlü gemilerle buraya yolladı; böylece dünyada istediklerini yapabileceklerdi, anladın mı? eh böyle olunca, gerçek adamlar gidince, dünya insanları çok zayıfladılar, kadın gibi oldular, hatta şantiyeliler gibi yığınlardan bile korkmaya başladılar. o yüzden onları da, burada onlara göz kulak olalım diye bize yolladılar. biz de bunu yaptık zaten. anladın mı? böyle oldu işte"

daha ileride de "Şantiyeliler" in geçmişini öğreniyoruz. barış yanlısı bir grup, moskova'dan başlayarak, lizbon'a kadar yürür, ve onlara bir çok insan katılır. "kanemerika" diye geçen kuzey amerikaya gemilerle giderler ancak, vaadedileni alamazlar çünkü 2 bin civarı öngörülen sayı 10 bin olmuştur ve bu yöneticileri korkutur. dünya yöneticileri de, liderleri ve kura ile seçtikleri toplam 2bin kişiyi ellerinde son kalan tek yönlü uzay aracına bindirip postalarlar, çünkü kontrol edememekten korkmuşlardır...

kitapta işte bu iki grup var ve çok basitleştirerek, pek çok ursula k leguin kitabında görebileceğimiz gibi kapitalist ve komünist toplum göndermeleri aşikar (kadın erkeğin sosyal durumları, "Şantiyeliler" üreten sınıf, diğerleri yöneten ve tüketen ve saire...).
bana matrak gelen, erki elinde tutanların gangster kökenli olmaları... matrak geliyor çünkü malum, amerika'ya ilk göçüp yerleşim kuranlar için de pek iyi şeyler söylenmez... kanun kaçakları, tutunamamışlar, umudunu yitirenler... Ursula ablamızın da bu noktaya parmağını koyduğu muhakkak.

ilk gelen grup, daha sonra gelen grup üzerinde söz sahibidir. üreten, yetiştiren şantiyecilerdir. yöneten ise ilk nesil'in devamı. şantiyeliler gezegende yeni bir yerleşime taşınmak ve orada kolonileşmek isterler ama yöneten grup aslında onlara fena halde bağımlı olduğundan izin vermeyecektir.

kitabın devamında çok anlaşılır düzeyde devam ediyor dava ve ütopik olanın aslında, mümkün, normal, uygun ve basit olduğuna emin oluyor okur. ve zorbalığın anlamsızlığı ve buna "rağmen"liği fena iç burkuyor.

sona gelince, yine bir "mutlu son" la taçlandırmıyor bizi yazar da, tünelin ucundaki ışığı işaret ediyor. bu anlamda aslında gerçek hayata da bir tür "link" atmış oluyor sanırım. bizi (şimdi ve burada) bulunduğumuz noktada bırakıyor, gerçekliğin ötesine götürmüyor ki ben bu yaklaşımın da gayet Ursula K. LeGuin'in ideolojik duruşuna hizmet ettiğini düşünüyorum. (bkz. sokak haritaları. kırmızı bir noktadan ok çıkar: "siz buradasınız", aynen öyle işte:)

Bilim-kurgu türü, sabun köpüğü gibi görülse de pek çok kişi tarafından, okuyanlar bilir, felsefe ve siyasetle kafayı bozmuş pek çok yazarın da "deney kabı" olmuştur. LeGuin de bunun en bilinen örneklerindendir.
(fakat bu konuda gevezelik etmek için birgün başka bir sayfa açılmalı...)

bitirmeden söylemek gerekir ki, kapak tasarımından pek hoşlanmadım. metis bu konuda, aynı yazara çok daha güzel kapaklar yapmış bir yayınevidir aslında. bu kapak, bilimkurgu okumayan insanların, bilimkurguya yakıştıracağı vasat bir kapak. üstelik içerikle hiç ilgisi de yok çünkü uzak bir geçmişte yapılmış bir uzay yolculuğunun ikinci el bilgisi var sadece. anılar bile yer almamış kitapta. o zaman neden uzayda, bir gezegene yönelen gemi? mmmm, bilemiyorum. bu kapak, ancak benim girişte ilk yaptığım alıntının kitabı tarif etmek üzere tek başına bırakılması kadar uygun bu kitaba.

böyle buyurdum ben...

2 yorum:

  1. laaan manyaksın sen. aylardır bu kadın açtı blog sayfasını ama bak işte yazmıyo diye sızlanırken, delii üç sayfaya çıkarmış bir de! çok güzel be, uzun uzun okuyacağım bunları, yorum yazacağım hep de. vay be, ne hoş sürpriz...

    YanıtlaSil
  2. tenk yu canikom.
    ben yazarken çok eğleniyom, sen de okurken eğlen emi...

    YanıtlaSil