30 Mayıs 2009 Cumartesi

Russell Banks, Kemik Kanunu


arka kapak:

Küçük yaşta kimi yasadışı işlere bulaşarak evinden ayrılan Chappie'nin öyküsü, bir anti-kahraman imgesinin bütün çarpıcı ve göz alıcı parlaklığıyla, çağdaş dünyanın alt-kültüründen kopup gelen en unutulmaz roman kişilerinden birinin varlığını müjdeliyor. Banks, toplumun kıyısında yaşayan Chappie, romandaki adıyla "Kemik" sayesinde, farklı bir yaşayış ve kavrayış dilinin tüm benzersizliğini, çağdaş romanın en aykırı anlatılarından birine dönüştürüyor. Okurun, Atom Egoyan tarafından filme uyarlanan başka bir dünya isimli yapıtıyla tanıdığı Russell Banks, Salinger'in unutulmaz kahramanı Holden Caufieldéla kıyaslanan bir karakter üzerinden çağdaş amerikan yazınındaki en yaratıcı Odysseia çeşitlemelerinden birini kotarıyor."

öncelikle ne Odysseia'yı hani şöyle göndermeler falan yapacak kadar iyi bilmem. ne de James Joyce'un Ulysses'sini... (alakası yok da hani hep bi sürü şeyden bahsederken adres gönderilmesi bakımından çağrışım...)

arka kapakta Salinger ve Holden Caufield'den bahsedilmesi tabi ki tüylerimi diken diken etmişti kitabı seçerken. rica ediyorum "bir şey" leşmiş eserlerin "bir ikincisi"nden, "takipcisi"nden falan bahsedilmesin ha? nedir yani, tek tek, ayrı ayrı oluverseler? eh, bu benzetmelerin çoğu bana kalırsa biraz zorlamadır.

adamımız Kemik bence gayet kendine has olmayı hak ediyor. başlarda fena gıcık olma eğilimi gösterdiğim ergenimiz, gitgide tadından yenmez bir hale geliyor ki, hani hafif bi didaktiklik kokusu almadı değil bu sebeple burnum...

karakterler arasında sıradan günlük hayatını yaşayan, yolda sokakta gördüğümüz, karşılaştığımız kişiler yok. belki anne öyle biri gibi görünebilir başta ancak, "annelik" müessesini yerlere çalmış olduğunu görüyoruz ki, o da "bir başka kayıp ruh" imiş. adının Rose olduğunu öğrendiğimiz kurbağacık, kitaba bir güneş gibi ışıyarak giriyor ve kuyruklu yıldız gibi, ince gümüş bir çizgi ve hüzün bırakarak çıkıyor. aynısı ben-adam için de geçerli, ama o erdemli bir aslan gibi daha çok. sayesinde kendimi elimde "hepimiz rastayız" yazan bir pankartla yollara çıkma arzusuyla dolu buluyorum.

(rose'a bir kıyak geçerek, demin gıcıklık yaptığım benzetmeye, yardımcı olmak istedi canım:) (ah ikiyüzlülük!) Bu kitapta rose' a duyulan sevgi, Catcher in the Rye da Holdenciğimizin kızkardeşi Phoebe'ye duyduğu sevgiye benziyor. nasıl sıcacık...)

kesinlikle hoşuma giden, Kemik'in "şey"leri kafasına göre zamanlayarak anlatması. yani olay örgüsü bakımından değil, mmm olasılıkla bizim ilk söyleyeceğimizi, o çok sonradan söylüyor/düşünüyor/önemsiyor. geçmişteki hayatıyla ilgili bilgileri ya da farkına vardığı birşeyi, bir ayrıntıyı...

ben-adam sayesinde rastalık müessesesi (rastafaryanlık) ile ilgili pek çok şey öğrenerek ister istemez yolda sokakta gördüğümüz rasta saçlıların ne kadar rastafaryan olduklarını merak ediyoruz. ben ediyorum. bir de kitaptaki "ital" yemeklerden yemek istiyorum!


yazarın bizim memlekette çıkmış iki kitabı var. diğeri de şu arka kapak yazısında bahsedilen
"başka bir dünya". evet onu da okuyup bir görmek isterim. ancak hani ölüp bittim, tüm kitaplarını okumak istiyorum kabilinden de hayran olamadım. keyifli, okuması rahat, genelde pozitif hissettiren, doyurucu, leziz bir kitap. eh aslında daha ne olsun?

bir alıntı yapıyorum. öyle tüm kitabı tanımlar falan bişey değil ama, yapıyorum işte:

"kendi hayatımı düşünüyordum da, sırf annem, üvey babam, öğretmenlerim ya da benim üzerimde yetki sahibi olan herhangi bir yetişkin benim için iyi olduğunu söyledi diye yaptığım tek bir şey bile yoktu. tek bir lanet şey bile yapmamıştım. ve ne zaman biri bana böyle laflar etse, kafamın içinde canavar düdükleri ötmeye başlar, duyabildiğim tek ses bu bip bip bipler olur çıkar, birisi değerli birşeylerimi çalmaya çalışıyor diye içimden geçirir ve genellikle de söylenenin tam aksini yapardım. çoğu zaman işler bu kadar karışmazdı aslında ama birisi çıkıp da bana kendi iyiliğim için şöyle ya da böyle yap demese, ben de gidip tam aksini yapmazdım hiçbir zaman."

demiş kemikciğimiz.

Charles Todd ve "Uzun Gölge"si


Arka kapak:

"1919, yılbaşı gecesi. Scotland Yard dedektifi Ian Rutledge kız kardeşiyle birlikte, ortak bir arkadaşlarının evinde verdiği kutlama yemeğine gider, ancak işyerinden aldığı bir telefon oradan erken ayrılmasına sebep olur. dışarıda yürürken boş bir mermi kovanı bulur; hala etkisinden kurtulamadığı savaş yılları boyunca sayısız kere gördüğü kovanlara benzemektedir, ama bir farkla, bu kovanın üzerinde işlemeler vardır. merakla cebine atar. çok kısa bir süre sonra, kesinlikle beklemediği bir yerde, bir tane daha bulacaktır. boş kovanlar savaşla ilgili bitmemiş bir işi işaret ediyor gibi görünür. karanlık bir sırrı olan Rutledge zaten akıl sağlığının sınırlarında gezmektedir. ve şimdi biri onu avlamak istiyor. Ama kim? Ve Rutledge bunun sebebini öğrenecek kadar uzun yaşayabilecek mi?"

offf, elbette yaşayacak. kitabın üzerine "bir dedektif Rutledge hikayesi" diye yazarsan tek bir okur bile "ay, yaşıycak mı acaba?" diye sormaz herhalde! neyse...
bi kere polisiye seviyoruz, bu kayıtlara geçsin.
Ayrıca kapağında "bir .....(kahramanımız artık kimse)..... kitabıdır/polisiyesidir/macerasıdır/öyküsüdür" şeklinde ibare olan polisiyeleri daha çok seviyoruz. bu şekilde hayranı olduğum bikaç dedektif ve hatta bir de her seferinde cinayet çözmek zorunda kalan bir hırsız var:) fırsat buldukça geri dönüp dönüp bahsedilsin onlardan.

Kitap Charles Todd'un Türkiye'de yayınlanan ilk ve tek kitabı. bu konuda canımı sıkan bir durumu derhal söylemem gerek. kitap ilk dedektif Rutledge kitabı değil. bu sebeple serinin gerilerinde kalan şu "savaş sırrı"nı bilemiyoruz. tabi aslında bunun serinin başında mı yoksa sonunda mı açıklandığını da bilemiyoruz, aynen serinin henüz bir sonu var mı bilemediğimiz gibi... Uzun Gölge (yayınlanma sırasıyla bakmak gerek değil mi?) piyasaya çıkan 8. Ian Rutledge kitabı. şu ana kadar da 10 tane çıkmış. (aşağıdaki listede yazar abinin kitaplarını görebilirsiniz.) insan arayıp sormak istiyor, neden en başından başlamadınız? belki en çok satan buydu, dizilere pilot çekilmesi gibi bi attılar bunu ortaya, tutarsa bakarız mı dediler artık, aman neyse işte;, yayınevlerinin tercihleri okurun çenesini yoruyor gördüğünüz gibi. (sormak lazım di mi?)

charles todd, listeden de anlaşılacağı gibi taze bir yazar sayılır. 97'dan bu yana kitapları çıkıyor. toplam 13 kitabı var ki bunun 10 tanesi kahramanımız Ian Rutledge macerası... zaman I. dünya savaşı sonrası, yer İngiltere (yazar aslında amerikalı). cep telefonu, uydu görüntüleri, adli tıp teknolojileri yok yani. manuel dedektiflik:)
Kahramanımız Rutledge, kişisel meselelerinde ketum, zeki, her bir ayrıntıyı sonuna dek kovalayan, bilgi saklamaktansa açık olmayı tercih eden, soğukkanlı, öfkeye kapılmayan, yani aslında, hiç de "aman aman ne de enteresan" denecek bir karakter değil. yalnız savaştan kalma evcil bir hayaleti var ki, kitabı da adamımızı da renklendirmekte. şu savaştaki sırrın ne olduğunu bilemiyoruz ama hayaletimizin (galiba o bir iskoç, adı da Hamish) o sırdan yadigar olduğunu bir güzel anlıyoruz. (süper okur) hayaletten başka fantastik öge olmadığından ve hatta hayaletin de fantastik herhangi bir halt karıştırmamasından Hamish'in, dedektifimizin "kafasında" olduğunu sanıyoruz.
Rutledge onu hiç görmez kitap boyunca ama arabadayken onun hep arka koltukta oturuyormuş gibi kurar, ya da Hamish herhangi bir şey dediğinde (bolca diyor işte) bazen ona yüksek sesle cevap verir. Hamish, kahramanımıza göre daha vesveselidir sanki. sık sık da mızıldanıp, protesto eder.
genelde durumla ilgili konuşur hamish, saptamalar falan yapar. ama hassas konulara da dokundurur arada. bir keresinde o aksanlı konuşmasıyla (çevirmek ne sevimsiz gelmiş olmalı) "ben ölmeye hazır diilim. ve senin de ölmene izin vermiycem" der Hamish. bizimki de cevap verir: "yapabileceğim bişey yok." Hamish de: "iskoçya'da ölmek istemedin. burda da ölemezsin" der . buna benzer, bir diyalog daha geçer. Hamish, bir kere öldüğünü, ama Rutledge de ölürse o zaman tamamen yok olacağını söyler.

kitabın konusuna gelince, arka kapaktaki yazıda olduğu gibi sadece bir avlanma demek haksızlık olur. ayrıca klostrofobik, küçük, neredeyse agatha christie'vari tutucu bir ingiliz köy/kasaba neyse artık, orda geçen bir cinayete teşebbüs davası var. dava kovalanırken de, agatha christie'nin ingilteresinden akla gelen pek çok imge kullanılıyor. köklü aile, yabancılara ser verip sır vermeme, gizli düşmanlıklar, bir-iki ebeveyn geriye giden olaylar, lanetli bir orman, kasabanın rahibi, doktoru, londra'ya gidip kayıplara karışan kız evlat, (gurur yüzünden asla haber alamamanın kabullenilmesi) evde kalmış kız, dünyaya küsmüş adam, hiç dışarı çıkmayan durumunun ne olduğu belirsiz bir erkek kardeş, çay, çay, sütlüçay...

aslında kısaca, kasabaya sessiz sakin, biraz da şaibeli bi şekilde gönderilmiş polis hansley herkesin uğursuz diyerek adımını atmadığı ormanda bir okla yaralanmıştır. olay 3 yıl önce kaybolan bir genç kızla ilgili görünmektedir. bu sırada şu mermi kovanı hikayesi de vardır tabii. ve olaylar gelişir...

herkesle kerelerce konuşmak, her seferinde küçücük kırıntı bilgiler almak, muhtelif kombinasyonlarda birleştirmeye çalışmak, valla çok demode, ve yani çok da bu türden bir klişe olmasına rağmen seviyorum işte. se-vi-yo-rum. Hamish soslu olmasa bu kadar sevmezdim belki. tabi yazarın bugünün kafası ile geçmişteki karakterleri yaratmasının getirdiği bir zaman kayması da yok değil bana kalırsa. yani, kişilerin tavırları, biraz kibarlaştırılmış sadece, bunun dışında arada bir, bikaç yıl önce bitmiş olan savaştan bahsetmese, 20.yy ın ilk çeyreğinde olduğumuzu roman karakterlerinden yola çıkarak pek de anlamayacağız. tabi çevirmenin neler çektiğini bilemiyoruz ama agatha christie ablamızın kitaplarındaki şu türden cümlelere rastlamıyoruz mesela "şu gençler de pek vüzuhsuz oluyor canım..." eski türkçe bilgimin yarısını o çevirilere borçluyum:P of hayır, şaka, tabii ki dilden bahsetmiyorum daha çok tavır, eda, davranış, sosyal gabarak gubaraklar?

netice:)
"aman illa okuyun"dan ziyade, "şöööyle tembellikle nasıl da iyi gidiyor, hızlı, rahat, hafif, şenlikli" şeklinde ifade edebilirim sanıyorum.

gelelim yazara demek istiyordum aslında. ama çok da bişey yok. Uzun Gölge'nin başlangıcında, hani yazarın yaşamı, kariyeri falan olması gereken yerde şöyle bişey var:
"Charles Todd, İngiliz Tarihi, Kral Arthur, William Wallace, Amerikan İç Savaşı, 1. ve 2. Dünya Savaşları ilgi duyduğu konular arasında yer alan yazar, eşi Caroline ile birlikte Amerika'nın doğu sahillerinde yaşıyor."
(hımmmm, Dharma yayınları 2006 da basmış kitabı, belki o zaman henüz boşanmamıştır. ancak enteresan bir durum var ki Charlie'nin annesinin adı da Caroline!)
neyse, pek popüler değil kendileri. üstelik anneyle kanka olmaları durumu var ki (hatta kitapları birlikte yazdıklarını söylüyorlar) birlikte röportaj verip, imza dağıtma turnelerine çıkıyorlar ve hani amerikalı ve ingilizleri bilemem ama bana -ne önyargı ama- azıcık patetik göründüğünü utanarak itiraf edeyim... adam evlenmiş ama sürekli oraya buraya seyahat ederek bilgi topladığı ve anneyi arayıp "help miii, şurası nasıl olmuş yaaaa" şeklinde yardım istediği için olsa gerek boşanmış.


nette bi sürü ropörtaj/röportaj (artık hangisiyse) var ama göz gezdirip en iyi olduğunu düşündüğümü link atıyorum:
http://januarymagazine.com/profiles/ctodd.html

İşte bu da Charles Todd'un diskografisi:)

1. A Test Of Wills (bir dedektif Rutledge öyküsü) (1997) 1997 Dilys Awards’a aday gösterilmiş

2. Wings Of Fire (bir dedektif Rutledge öyküsü) (1998) 1999 Dlys awards a aday gösterilmiş

3. Search The Dark (bir dedektif Rutledge öyküsü) (2000)

4. Legacy Of The Dead (bir dedektif Rutledge öyküsü) (2000) 2001 Anthony Award a aday gösterilmiş

5. Watchers Of Time (bir dedektif Rutledge öyküsü) (2001)

6. A Fearsome Doubt (bir dedektif Rutledge öyküsü) (2002)

7. The Murder Stone (2003)

8. A Cold Treachery (2005)

9. A Long Shadow (bir dedektif Rutledge öyküsü) (ocak, 2006) aynı yılın Nisan ayında Dharma yayınlarından "Uzun Gölge" adıyla çıkmış işte görüyorsunuz... acaip...

10. A False Mirror (bir dedektif Rutledge öyküsü) (2007)

11. A Pale House (bir dedektif Rutledge öyküsü) (2007)

12. A Matter Of Justice (2008) (a bess crawford mystery)

13. A Duty To The Dead (bir dedektif Rutledge öyküsü) (2009)

bu arada bikaç liste kurcaladım. 2-3 tarihte farklılık vardı ki sanıyorum 2. basım ya da amerikadaki paperback ve hardcover uygulamasından olabilir bu farklar. bu listeye ben kani oldum açıkçası...

bu da adamımızın homepage'i:

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Ursula K. LeGuin, Balıkçıl Gözü

alıntıyla başlayalım, Vera, Luz Maria ile konşuyor:

"Bak şimdi, bana öyle geliyor ki erkeklerin zayıf ve tehlikeli oldukları nokta, kibirleri. kadının bir merkezi vardır. bir merkezdir kadın. ama erkekler öyle değil, onlar erişmektir, uzanmaktır. o yüzden uzanırlar ve birşey koparırlar, bunları etraflarına istif ederler ve 'ben buyum, ben şuyum, bu benim, şu da benim, benim ben olduğumu size kanıtlayacağım' derler. ve bunu kanıtlayayım derken de bir çuval inciri berbat ederler..."


aslında kitabı çok yanlış tanıtan bir alıntı oldu bu, ama pek hoşuma gittiği için çaresiz bunu koydum.

balıkçıl gözünde de yine "ütopik" bir toplum var. ve onun karşısında elbet neredeyse ilkel kalan, ancak "medeniyet"le beslenen bir başka toplum.

bu ikisi de "victoria" gezegenine tek yön biletle (!) dünyadan gönderilmiş. ilk grubun adi suçlulardan oluştuğunu tahmin ediyoruz. Vera Luz babasıyla konuşurken bunu soruyor: "ilk Nesil'in hepsinin suçlu olduğunu söylediler. Dünya yönetimi Victoria'yı bir hapishane gibi kullanmış. Onlar (diğer gruptan bahsediyor)barışa, veya öyle birşeye inandıkları için, ama biz hırsız ve katil olduğumuz için buraya yollanmışız diyor Şantiyeliler (bizim ütopik toplum oluyor:)Ve çoğu, İlk Nesil'in çoğu, erkekmiş; kadınları onlarla evli olmadıkça buraya gelmiyorlarmış ve ilk başlarda bu kadar az sayıda kadın olmasının sebebi de buymuş. bu hep son derece aptalca gelmişti zaten, bir koloniye yeterince kadın yollanmaması. ve bu, gemilerin geri dönecek şekilde değil de sadece tek yönde yolculuk edecek şekilde yapılmasının nedenini açıklıyor. ve neden dünya insanlarının buraya hiç gelmediklerini. biz buraya kapatıldık. bu doğru, öyle değil mi? kendimize Victoria kolonisi diyoruz. fakat bir hapishanedeyiz."
sayfanın sonunda, konsey başkanı da olan baba şöyle cevap veriyor: "...ben biliyorum ve sana atalarımızın ne olduğunu anlatabilirim. Onlar adamdı. dünya için fazla güçlü adamlardı. dünyadaki yönetim onlardan korktuğu için yolladı buraya. en iyi, en cesur, en güçlü adamlar...dünyadaki binlerce ufak ve zayıf insan onlardan korktu ve onları tuzağa düşürüp tek yönlü gemilerle buraya yolladı; böylece dünyada istediklerini yapabileceklerdi, anladın mı? eh böyle olunca, gerçek adamlar gidince, dünya insanları çok zayıfladılar, kadın gibi oldular, hatta şantiyeliler gibi yığınlardan bile korkmaya başladılar. o yüzden onları da, burada onlara göz kulak olalım diye bize yolladılar. biz de bunu yaptık zaten. anladın mı? böyle oldu işte"

daha ileride de "Şantiyeliler" in geçmişini öğreniyoruz. barış yanlısı bir grup, moskova'dan başlayarak, lizbon'a kadar yürür, ve onlara bir çok insan katılır. "kanemerika" diye geçen kuzey amerikaya gemilerle giderler ancak, vaadedileni alamazlar çünkü 2 bin civarı öngörülen sayı 10 bin olmuştur ve bu yöneticileri korkutur. dünya yöneticileri de, liderleri ve kura ile seçtikleri toplam 2bin kişiyi ellerinde son kalan tek yönlü uzay aracına bindirip postalarlar, çünkü kontrol edememekten korkmuşlardır...

kitapta işte bu iki grup var ve çok basitleştirerek, pek çok ursula k leguin kitabında görebileceğimiz gibi kapitalist ve komünist toplum göndermeleri aşikar (kadın erkeğin sosyal durumları, "Şantiyeliler" üreten sınıf, diğerleri yöneten ve tüketen ve saire...).
bana matrak gelen, erki elinde tutanların gangster kökenli olmaları... matrak geliyor çünkü malum, amerika'ya ilk göçüp yerleşim kuranlar için de pek iyi şeyler söylenmez... kanun kaçakları, tutunamamışlar, umudunu yitirenler... Ursula ablamızın da bu noktaya parmağını koyduğu muhakkak.

ilk gelen grup, daha sonra gelen grup üzerinde söz sahibidir. üreten, yetiştiren şantiyecilerdir. yöneten ise ilk nesil'in devamı. şantiyeliler gezegende yeni bir yerleşime taşınmak ve orada kolonileşmek isterler ama yöneten grup aslında onlara fena halde bağımlı olduğundan izin vermeyecektir.

kitabın devamında çok anlaşılır düzeyde devam ediyor dava ve ütopik olanın aslında, mümkün, normal, uygun ve basit olduğuna emin oluyor okur. ve zorbalığın anlamsızlığı ve buna "rağmen"liği fena iç burkuyor.

sona gelince, yine bir "mutlu son" la taçlandırmıyor bizi yazar da, tünelin ucundaki ışığı işaret ediyor. bu anlamda aslında gerçek hayata da bir tür "link" atmış oluyor sanırım. bizi (şimdi ve burada) bulunduğumuz noktada bırakıyor, gerçekliğin ötesine götürmüyor ki ben bu yaklaşımın da gayet Ursula K. LeGuin'in ideolojik duruşuna hizmet ettiğini düşünüyorum. (bkz. sokak haritaları. kırmızı bir noktadan ok çıkar: "siz buradasınız", aynen öyle işte:)

Bilim-kurgu türü, sabun köpüğü gibi görülse de pek çok kişi tarafından, okuyanlar bilir, felsefe ve siyasetle kafayı bozmuş pek çok yazarın da "deney kabı" olmuştur. LeGuin de bunun en bilinen örneklerindendir.
(fakat bu konuda gevezelik etmek için birgün başka bir sayfa açılmalı...)

bitirmeden söylemek gerekir ki, kapak tasarımından pek hoşlanmadım. metis bu konuda, aynı yazara çok daha güzel kapaklar yapmış bir yayınevidir aslında. bu kapak, bilimkurgu okumayan insanların, bilimkurguya yakıştıracağı vasat bir kapak. üstelik içerikle hiç ilgisi de yok çünkü uzak bir geçmişte yapılmış bir uzay yolculuğunun ikinci el bilgisi var sadece. anılar bile yer almamış kitapta. o zaman neden uzayda, bir gezegene yönelen gemi? mmmm, bilemiyorum. bu kapak, ancak benim girişte ilk yaptığım alıntının kitabı tarif etmek üzere tek başına bırakılması kadar uygun bu kitaba.

böyle buyurdum ben...

26 Mayıs 2009 Salı

ruth rendell hakkında oradan buradan...

ruth rendell'in şimdiye kadar 4 kitabını okudum. sırasıyla: Parola Mandarin (şu an neredeyse hiç hatırlamıyorum, ama kapağa baktım, Doğan Kitap baskısı değildi okuduğum.), Kalp taşları (bu en sevdiğim, Remzi Kitabevi), Timsahkuşu (İnkılap Kitabevi) ve yeni bitirdiğim Cam Hançer (Doğan Kitap)


4'ü birbirine benzemez kitap! yine de biliyorum ki fırsat bulursam bir başka ruth rendell'a hayır demeyeceğim ve hatta öncelik tanıyacağım.


gitgide daha büyük, daha şiddetli, daha görkemli, daha çekişmelisine alışıyoruz herşeyin. bu sebeple ruth rendell'ın kitapları insanlarda bir "kesmiyor bu yahu" hissi uyandırıyor. çünkü ablamız, kişinin "hal"lerindeki değişiklikleri izlemeyi ve izletmeyi seviyor. böyle olunca kitaplarında kahramanın çağrışımlarına, anlık yoldan çıkı çıkıvermelerine; bunlar hikayede aslında olay örgüsüne hizmet etmese de sıksık tanık oluyoruz ki bazen çığrımızdan çıkıp, "yahu bişey olacağı yok, şu paragrafı atlasam mı?" diye düşünürken bulabiliyoruz kendimizi...

sağda solda hakkında bişeyler araştırırken yapılan "vasat", "sıkıcı",şeklindeki yorumların en çok bu sebepten olduğunu sanıyorum. eh, hakikatten tezcanlı bir okura uygun kitaplar (en azından benim okuduklarımın) olmadıklarını kabul etmek lazım.


aşağıda farklı sitelerden bilgiler derledim. Doğan Kitaptan yaşamı, ödülleri ve aynı yayınevinden çıkan kitaplar, imdb'den filmleştirilmiş eserleri. ve son olarak ekşi sözlükten beğendiğim, duygularıma tercüman olan 2 entry.

Doğan Kitap tarafından yayımlanan eserleri:

13. Basamak / Mart 2008 / 3. baskı Nisan 2008

Timsahkuşu / Mart 2006

Park Cinayetleri / Ağustos 2005 / 2. baskı Eylül 2005

Sessizliğin Öfkesi / Aralık 2004

Cam Hançer / Mayıs 2004

Taştan Hüküm / Mart 2004

Güneşi Beklerken / Ağustos 2003 / 2. baskı Eylül 2003

Kuzgunların Zulmü / Ocak 2003 / 2. baskı Eylül 2003

Ölüme Bakan Gözler / Aralık 2002 / 2. baskı Aralık 2004

Cinayet Oyunu / Ağustos 2002 / 2. baskı Ekim 2003

Ölüme Giden Yol / Temmuz 2002 / 3. baskı Şubat 2005

Parola: Mandarin / Haziran 2002 / 3. baskı Ağustos 2005


HAYATI:
1930 yılında Essex’de doğan Ruth Rendell, öğrenimini tamamlayıp 1948-1952 yılları arasında, çeşitli yerel gazetelerde muhabir ve yardımcı editör olarak çalıştı. Yirmisine geldiğinde, aynı gazetede çalışan Don Rendell’la evlendi. Bir yıl sonra oğlu doğunca gazeteci olarak çalışmayı bıraktı. Evde roman yazmaya başladıysa da yayıncı bulamadı. Ancak altıncı kitabını tamamlayıp "Başmüfettiş Wexford" karakterini yarattığında romanları yayımlanmaya başladı.
Kısa süre sonra polisiye edebiyatın etkili bir ismi haline gelen Ruth Rendell, "Barbara Vine" imzasıyla da psikolojik gerilim romanları yazdı. Eserleri yirmi iki dile çevrilen yazar, ABD’de de büyük başarı sağladı. Rendell, Amerikan Polisiye Yazarları Birliği’nin verdiği "Edgar" ödülleriyle İngiliz Polisiye Yazarları Birliği’nin verdiği "Altın Hançer" ödüllerini değişik tarihlerde birden fazla kazanmıştır.
Ruth Rendell, 1970 yılında ilk eşi Don Rendell’dan boşanıp yeniden evlendi. Rendell, şu anda Suffolk’ta, XVI. yüzyıldan kalma bir çiftlik evinde yaşıyor


ALDIĞI ÖDÜLLER (hiç az değil)

1990 Sunday Times Edebiyat Ödülü

1987 Altın Hançer (A Fatal Inversion)

1986 Altın Hançer (Live Fesh)

1986 Edgar Ödülü (A Dark-Adapted Eye (Karanlıktaki Gözler))

1985 Gümüş Hançer (The Tree of Hands)

1984 Edgar Ödülü ((Bir kısa öyküsüyle))

1976 Altın Hançer (A Demon in My View)

1975 Edgar En İyi Kısa Öykü Ödülü (The New York Girl Friend)

İngiliz Lordlar Kamarası'ndan Babergh Baronesi unvanı


KİTAPLARINDAN UYARLANAN FİLMLER

La demoiselle d'honneur (2004) (novel)
yönetmen: Claude Chabrol
Loopy (2004/I) (story)
Inquiétudes (2003) (novel "A Sight for Sore Eyes")

No Night Is Too Long (2002) (TV) (writer) (as Barbara Vine)
Betty Fisher et autres histoires (2001) (novel "The Tree of Hands")
Ruth Rendell Mysteries" (50 episodes, 1987-2000)
Carne trémula (1997) (novel)

La cérémonie (1995) (novel "A Judgment in Stone")
yönetmen: Claude Chabrol
A Dark Adapted Eye (1994) (TV) (novel) (as Barbara Vine)
Gallowglass (1993) (TV) (novel) (as Barbara Vine)
A Fatal Inversion (1992) (TV) (novel) (as Barbara Vine)
Der Mann nebenan (1991) (novel "A Demon in My View")
"Le masque" (1 episode, 1989)
L'ami de Pauline (1989) TV episode (short story "Divided We Stand")
Tree of Hands (1989) (novel)
An Affair in Mind (1988) (TV) (novel)
Dead Lucky (1987) (TV) (novel "The Lake of Darkness")
A Judgment in Stone (1986) (novel)
"Tales of the Unexpected" (2 episodes, 1981-1985)-
People Don't Do Such Things (1985) TV episode (story)
A Glowing Future (1981) TV episode (story)
Diary of the Dead (1976) (novel "One Across, Two Down")


Carne Tremula bunların içinde benim için en anlamlı olan. O bir Pedro Almodovar filmi, hem de çok çok iyilerinden biri ve de üstelik beni Javier Bardem denilen yeni oyunculuk ilahı ile ilk tanıştıran film! (çok afilli bir cümle olmadı mı?)

(daha önce Benicio del Toro idi bana kalırsa...)

Şimdi de, ekşi sözlükten yürüttüğüm, çok hoşuma giden 2 Ruth Rendell entry'si:

-oldukça soğuk yaklaşır konularına da karakterlerine de. lawrence block matthew scudder'ı sever, bunu da hissettirir, val mcdermid kate brannigan'ı sever, peter robinson banks'i, ian rankin rebus'u sever. wexford, rendell'in çok temkinle yaklıştığı bir karakter izlenimi uyandırmıştır bende*. karakterin, olayı sonuca ulaştırıp kişisel kahramanlık yapmasıyla ilgilenmez gibidir ruth rendell. süreç içindeki psikolojilerle yoyo gibi oynamak onu mutlu eder sanki. bu açıdan polisiyeye son derece önemli bir katkı sağlamıştır.
claude chabrol sineması için de aynı şeyleri söylenebilir, bu açıdan da taştan hüküm'ün chabrol elinde bir burjuva suratına tükürüs haline gelmesi *hiç şaşırtıcı değildir. rendell'i michael haneke de çok leziz uyarlayabilir kanımca, zira materyal ve kendisi arasında aynı mesafeyi koyma durumu, sinematografisinin temel taşıdır.
not: ruth rendell hakkında sağdan soldan duyulan olaylar da** kendisine rude rendell lakabını yakıştırmış. bunu da ek bir bilgi olarak aktarmayı borç bilirim.


claude chabrol tarafından sinemaya la ceremonie adı altında uyarlanan taştan hüküm'ün yazarı. kitaplarında önemli olan cinayeti kimin işlediği değil, neden ve hangi koşullar altında işlediğidir; buradan yola çıkarak tüm toplumsal dokuyu gözünüzün önüne serer. anlatımı fazlasıyla cesur ve mesafelidir. duygulanmanızı değil farkına varmanızı ister.
amaninbe

aklıma başka şeyler, farklı bilgiler gelirse, keyifle eklemeye devam etmek üzere....

Ruth Rendell, Cam Hançer


polisiye/gerilim türünde bir kitap olarak tanımlanmış. fakat hayır, polisiye ya da gerilimin geldiği noktayı düşünürsek, bu kitapta bu sınıflandırmaya uyan bişey bulamayacağımız kesin. başka bir tür demek gerek. mesela "maraziye" (marazi haller) türünde bir eserdir... desem, şık olmasa da (hatta ruth rendell'in diğer birçok kitabını da) daha iyi tanımlayacağını düşünüyorum.