15 Ocak 2011 Cumartesi

tutanak, jean-marie gustave le clezio



adam pollo

gördüğünüz yerde indiriniz. kendisi romanın kahramanıdır. ve biz röntgenci okur, yazar bize adam abiyle ilgili bir kırıntı verecek mi, bir şey diyecek mi şeklinde, ona tanıklık eder, onun baktığı yere bakar, gördüğünü gözümüzde canlandırırken, kendileri kitabın başında olduğundan bir santim dahi ruhumuza yakın düşmeden, kesif sıkıntıyla son sayfadaki sözün bittiği yere varır. o odasında dinlenmeye çekilirken okur -ben- "ulan bi daha 60larda yazılmış fransız romanı okumak mı, olmaz olsun!" repliğiyle, adam'ın benim yokluğumda daha eğlenceli bir haltlar karıştırıp karıştırmayacağını da merak ederek kitabı gözönünden kaldırır.
bundan 3 ay sonra tek bir kelime dahi hatırlamayacağım. ne de bir imge. okurun zavallı tesellisi de budur işte.

le clezio iskandinav görünüşlü bir adam. kendisi 2008' de nobel edebiyat ödülünü almış bulunmaktadır ve adam pollo'yu anlatan bu kitap da aslında ilk kitabı ve fakat görünen o ki en bilinen kitabıdır. camus'nün yabancısı'nı, sartre'ın bulantı'sı nı bana hatırlattı. ancak onları yüzyıl önce okuduğum için fena halde hata yapıyor olabilirim. üstelik ebru yabancı'yı çok sever ve sırf bu yüzden bile aslında durup tekrar düşünmek ve hatta yabancı'yı tekrar okumak gerekir belki de. ebru yabancı'yı acep hala sever mi? hm?

evet mirim, diyeceğim, le clezio nobel almıştır ve ben de sırf bunun yüzünden kitaplıkta bulduğum bu kitabını (bir başkasını bulmuş olsam, onun hakkında yazıyor olacaktım) okumak durumunda kalmışımdır. hepsi budur.

hemen göz gezdirmeli, başka neleri var bu adamın bizde?

önce kısacık çalıntı bilgi (ideefix'ten, yazıyor ki onlar da vikipediden çalımışlar, yaşasın kopyala yapıştır):

Nice Üniversitesi'nde edebiyat okuyan Le Clézio, edebiyat doktorası yaptı. Çok sık seyahat etmek zorunda kalmasına rağmen yedi yaşından beri hep yazan Le Clézio'nun ilk kitabı Le Procès-verbal (Türkçe: Tutanak), 1963'te yayınlandı ve Renaudot Ödülü'nü kazandı. 1980'de Désert (Türkçe: Çöl) isimli romanı sayesinde L'Académie Française tarafından verilen Paul-Morand Ödülü'ne layık görüldü. 1994'te "Yaşayan En Büyük Fransız Yazar" seçildi.

ya yaaaa.

bakınız bizde yayınlanmış neleri var ellerimle yazayım derhal:

açlığın şarkısı, ourania, okyanus kokusu ve angoli mala, altın balık, çöl, göçmen yıldız, ve malum-u âliniz: tutanak

orjinal kapak..........................---............................iletişimin şimdiki kapağı

iletişim yayınları tutanak'ın kabını değiştirmiş bu arada. bendeki farklı. bakayım, bendeki 96 basımıymış. tabi ortada fol yok, nobel yok, öyle çarpıcı'dan ziyade sanatsal bir kapak yapmışlar:) mesela belki de şöyle bir başlığım da olmalı. yayınevleri, kapak düzenleri, dönemleri, kapak düzenlemecileri.

of dağılıyorum. çünkü kitaptan zerre bahsemek istemiyorum. hiç. non.

bir iki clezio fotoğrafı koyayım olsun bitsin... (keşke en son yazdıklarından bişeyler okusaydım.)




9 Ocak 2011 Pazar

temel parçacıklar, michel houellebecq




michel beyler bu seneki goncourt ödülünü kaptılar. La carte et le territoire isimli kitapla. ingilizceye "the map and the territory" diye çevrilmiş. türkçeye şöyle çevrilebilir gelecekte, eğer çevrilirse, harita ve bölge.

neyse, mevzuya goncourt ödülüyle başlamamın sebebi şudur. genelde bu ödülü almış yazarlar beni hep mesut etmiştir. kendime yeni bir kitap ararken de baktım houellebecq de bu sene almış ödülü, dedim şunun kitaplarından birini okuyayım bari.


azıcık adamdan bahsedeyim. şimdiye kadar 5 romanı var. ilk ikisi türkçeye çevrilmiş. ilki kuşatılmış yaşamlar.
ikincisi de bu, benim okuduğum temel parçacıklar. beşinciyle de kapmış zaten ödülü. şiir kitapları çıkmış, lovecraft'ın biyografisini yazmış, birçok makalesi var falan filan.
temel parçacıklar çok yorucu. bir yanda bilim felsefe, sosyoloji, psikoloji, mantık; diğer yandan neredeyse beatnik hafiflikte bir kurgu akıp gitmede dolaşık bir şekilde. bol paralı hippi annenin başından atılmış iki üvey kardeş (birbirlerinden 13ünde haberdar olurlar) tamamen farklı şekilde tek bir şeyden muzdariptirler. seks. biri asosyal ve determinist bir gençlik, diğeri taşakoğlanı da diyebileceğimiz, yaşıtı zorbalarca en iğrenç işkencelere maruz kalmış bir hiper ezik. zihninde sadece seks ve ona ulaşmak var ancak bunun imkansızlığına inandığı için kitapta milyon defa mastürbasyon yapmasına tanık oluyoruz. bu bruno. diğeri michael, tamemen aseksüel. arzu ve hazza çok uzak. biri sürekli seksi düşünür diğeri ise asla düşünmezken ikisi de empati kuramayan, insanlarla iletişimi beceremeyen, bir anlamda sosyopat karakterler oluyorlar. biri çükü kalkmaz hale gelmeden mümkün olduğunca seks yapmaktan başka bir şey düşünemez (üstelik seks de yapamazken) diğeri seksi üremeden ayırmanın etiğini ve imkanlarını araştırma yolunu seçiyor. bakalım kitabın arka kapağında benim bu dediklerim yazıyor muymuş...

Michel son derece determinist kafa yapısına sahip bir biyologdur. Sevgiyi tanımamıştır. Cinsel yaşamındaki eksiklikleri alışveriş ederek, sakinleştiriciler kullanarak, laboratuvarında araştırmalar yaparak gidermeye çalışmaktadır. Bir noktadan sonra araştırmaları dünyanın çehresini değiştirecek bir aşamaya varacaktır. Bruno ise umutsuz bir cinsel haz arayışı içindedir. 68'lilerin kurduğu bir kampingde geçirdiği günler yaşamını değiştirecek midir? Belki de bir gece jakuzide karşılaştığı davetkar kadın ona mutluluğu yakalamanın yolunu gösterebilir. İki üvey kardeş, karmaşık ailevi ve duygusal yaşantılarıyla, eğer bir değişimin habercisi değilseler, Batı'nın kendi kendini yok edişinin kusursuz birer örneğini oluşturuyorlar. (Arka Kapak)

Türkçe (Orjinal Dili:Fransızca) 350 s. -- 3. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 20 cm İstanbul, 2000 350 s., 1. Basım; Aralık 1999, 2. Basım
Ödüller:
Grand Prix National des Lettres 1998 Novembre Ödülü




ahha, bu da ufak çapta bir ödül almış.

neyse kurcalarken nette dur kitabın kapağını bulayım falan derken bir de baktım almanlar filmini çekmemiş mi. aha da imdb linki:

Elementarteilchen




bakınız bizdeki ve almanlardaki ve hatta fransızlardaki film afişi böyleyken enteresan yaklaşımla birleşik krallıkta (ingiltere de denir) aşağıdaki afiş kullanılmış, isim de atomised olarak değiştirilmiş. enteresan değil mi?



kitapta da döne dolaşıla değinilen bir anı şu şekilde kesilip alınmış filmden, derhal yapıştırayım:
bruno ön sırada oturan öğrencisi ile bir şansı olabileceğini düşünür ve bir ders çıkışı öğrencisi oyalanınca şansını denemeye karar verir.



ancak kızımız kalkıp gitmek niyetindedir.



bunun üzerine bruno aletini çıkarmak ve mastürbasyon yapmak gibi bir uğraşa girişir. kitapta kız onun bu acizliğine kahkahalarla güler, filmde ise ağırbaşlı bir şekilde incinmiş bir ifade ile çekip gider. (kitapta kız arap kökenlidir ayrıca)

dediğim gibi sıksık bu kareye gönderme yapılacaktır kitapta. hatta bruno'nun ilk gençlik yıllarında bir sinema macerasıyla da özdeşleşecektir zihninde.

neyse neyse. filmi indirdim ancak bir kitabı okur okumaz filmini izlemek çok zormuş, izleyemedim. biraz unutayım kitabı öyle. bu arada filmin +18 olarak gösterildiğini de söylemek lazım.

kelimeler kifayetsizi, kurcalamacaya benzetmemek adına, lüzumsuz bilgiyi burada kesip şahsi görüşüme dönecek olursam, bir michel houellebecq daha okumak benim için çok uzak ihtimal. hızlanıp yavaşlayan, tuhaf bir ritmi vardı kitabın ve bir sürü bilimsel üst düzey bilgiyle de ağırlaşmış geldi bana (fazla polisiye okumaktandır dediğini duyabiliyorum)

bir ekşisözlük alıntısı yapayım:
"en kısa yoldan, bilim ve teknik'in yayınladığı porno hikaye olarak değerlendirilebilecek garip bir edebiyat eseri.
kitabın %50 si bilimsel ve anlamadığım terimlerle, %25’i emme-gömme tabirleriyle dolu. kitabın sadece dörtte birinde michel houellebecq’in yazım gücüne tanık olunabiliyor."

hak vermedim değil:)

2 Ocak 2011 Pazar

merkez komitesinde cinayet, manuel vasquez montalban



latin edebiyatının büyük isimlerinden biri. esasen sosyolog. polisiyelerle birlikte pek çok makale de yazmış. türkçeye sadece bu kitabı çevrilmiş ki bana bu düpedüz haksızlık gibi geliyor.

adamımız carvalho. montalban onu bir çok kitabında kullanmış ve bu kitap aslında 5. carvalholu kitap. neden bizde böyle bir seriye ortasından dalma durumu var hiç bilemiyorum.

carvalho bir dönek. eski komünist, yeni hiçbirşey. kendisini ve tüm ideolojileri ti'ye alan obur bir gurme. kitap boyunca sürekli bilmediğimiz bir sürü malzemeyle yapılan latin yemeklerine tanık oluyoruz ve kahramanımızın iştahı salyalarımızın kitaba damlamasına sebep oluyor.

montalban'da da beni vuran latin edebiyatındaki (yani benim okuduğum kısmındaki) hüzün, kadercilik ve herşeyi taşlayan mizah. haylaz ama buruk bir mizah bu. kahraman bir yandan tüm ideolojilere arkasını dönmüş inançsız bir obur, diğer yandan kendi bildiğini sonuna dek okuyan yüksek prensipli bir adam. pepe carvalho. diğer maceralarını da okuyabilmek isterdim.

kitapta bir sürü marksizm, leninizm, efendime söyleyeyim, ispanya ve avrupada solun yaşadıkları, cuntalar ve içsavaş dönemleri, işkence ve aklanmalar da var. fakat yumuşakça yedirdiği için yazarımız, sıkılmıyor insan. hatta kendisini tüm dünyada ve bizim memlekette de solun yaşadığı ve dönüştüğü hallerin yansıdığı bir perdeye, geleceği gören ama değiştiremeyen bir kahin uzaklığında bakarken yakalıyor. evet tam böyle. (tabi bunda benim siyasetle olan minimize ilişkim de gözönüne alınmalı belki de)

neticede, akıp giden bir öykü, çağa, kişiye has buruklukların çeşnilendirdiği, şen ve dalgacı bir anlatımla, sağlam kurgunun elele yürüdüğü bir roman.


bu fotoğrafını tercih ettim montalban abinin. kendisi aramızda değil, 64 yaşında, 2003 yılında, başka deneyimlere kanatlanmış.